
Paratiroid bezleri kanda kalsiyum düzeyinin normal sınırlar içinde kalmasını sağlayan tek organdır. Eğer paratiroit bezleri fonksiyon görmezse (hipoparatiroidi) kanda kalsiyum miktarı düşer, bezler fazla fonksiyon görürlerse (hiperparatiroidi) bu kez de kanda kalsiyum miktarı artar. Her iki durum da ciddi şikayetlere ve başta kalp, böbrek, damarlar olmak üzere birçok organda fonksiyon bozukluklarına neden olur.
Paratiroid tümörleri ise genellikle birkaç santimi geçmezler ve boyun bölgesindeki kasların arasında sıkışıp kaldıklarından sıklıkla gözle görülmezler, hatta elle yapılan muayenede bile nadiren tespit edilirler.

İyi huylu paratiroid tümörlerinin diğer adı adenomdur. Neyse ki, paratiroid tümörlerinin %95’i iyi huyludur. Yani kanser değildir. Bunlar, adından da anlaşılacağı gibi çevre dokulara yayılım yapmayan, kendi kapsülünün dışına asla çıkmayan, kan ya da lenf damarları yoluyla vücudun başka yerlerine yayılmayan tümörlerdir.

Kötü huylu paratiroid tümörlerinin diğer adı paratiroit kanseridir. Oldukça ender görülürler. Paratiroidde bir kitle saptandığında bunun kötü huylu (malign) olma olasılığı %5’i geçmez. Kötü huylu paratiroid tümörlerinin diğer organlara ait kötü huylu tümörlerden farkı, hastanın hayatını tümörün kendisinin değil, tümöre bağlı olarak gelişen yüksek kalsiyum düzeylerinin tehdit etmesidir. Gerçekten de kötü huylu tümörlerde kanda kalsiyum düzeyleri çok yükselir ve bu kalp kasında kasılma bozukluklarına sebep olarak ani kalp durmasına sebep olabilir.

İyi huylu olsun, kötü huylu olsun, paratiroit tümörlerinde hastalık sıklıkla tek paratiroit bezini tutar, diğer üç bez sağlıklıdır. Hiperplazide ise hastalık dört bezi birden tutar. Bu durumun bir artısı vardır, bir de eksisi:
Paratiroid hiperplazisinin artısı, her ne kadar görünüm tümör gibi olsa da aslında ortada bir tümör olmamasıdır. Sadece bezdeki hücre sayısı artmıştır. Paratiroid hiperplazisinin eksisi ise; hastalığın bir bezde değil, tüm paratiroit bezlerinde olması sebebiyle ameliyatta cerrahın tüm bezleri bulmak zorunda olması (ki bu zor bir iştir) ve üçünün mutlaka çıkartılması gerekliliğidir.

Evet var, hem de çok ciddi düzeyde! Kronik böbrek yetmezliği paratiroit hiperplazilerinin en sık nedenidir. Bu hastalar sıklıkla diyalize girerler ve diyalize girme süresi uzadıkça hastanın paratiroit bezlerinin hiperplaziye uğrama olasılığı da o kadar artar. Bunun sebebi açık değildir ancak elbette böbreğin kalsiyum tutma ve fosforu vücuttan atma şeklinde özetlenebilecek doğal fonksiyonunun bozulmuş olması temel etkendir.

Boyun ön bölümüne 3-4cm uzunluğunda bir kesi yapılır. Cerrahın işi adenom ameliyatından daha güçtür. Çünkü adenom ameliyatında sadece bir bez hastadır ve cerrahın onu bulup çıkartması yeterlidir. Hiperplazide ise cerrah dört bezi de bulmak zorundadır. Üstelik hiperplaziyle büyüyen bezler yer değiştirdiği için cerrah sıklıkla hiperplazik olan paratiroitleri doğal yerlerinde bulamaz. Adeta samanlıkta iğne aramak zorunda kalır!

Paratiroid adenomu, paratiroid bezinin iyi huylu (selim) tümörüdür. Ameliyat öncesi yapılan radyolojik testlerde (ultrasonografi, sintigrafi, vs) adenomun yeri tespit edilmişse cerrahın da hastanın da işi kolaydır. Boyun ön bölgesinde 3-4cm uzunluğunda bir kesi yapılır ve ameliyat öncesi tespit edilen yerdeki adenom kolayca bulunup çıkartılır. Ameliyat kısa sürer, hasta çabuk iyileşir.
Ancak eğer ameliyat öncesi yapılan radyolojik testlerde adenomun yeri tespit edilememişse cerrahın işi zordur. Bazen milimetrik boyutlarda olabilen adenomu bulmak için ince bir işçilikle sabırla çalışması gerekir. Bazen boyunda yapılan kesinin genişletilmesi gerekir. Ameliyat öncesi yeri tespit edilememiş de olsa adenomlar deneyimli cerrahların elinden sıklıkla kurtulamazlar. Ancak bunun bir garantisi yoktur! Ne yazık ki, adenomu bulamama olasılığı her zaman vardır!

Kanda kalsyum yüksekliği oldukça sinsi bir hastalıktır. Aylarca, hatta genç hastalarda yıllarca hiçbir bulgu vermez. Üstelik ortaya çıkan bulgular da oldukça siliktir; halsizlik, bitkinlik, tüm vücutta, özellikle kollarda ve bacaklarda ağrılar. Bunlar birçok hastalıkta görülebilecek şikayetler olduğundan bir yandan bu hastalara tanı konulamaz, diğer yandan da onlara kimse inanmaz; hastalık hastası oldukları düşünülür! Bu hastalarda belki de en somut bulgu, böbrek taşı ya da kumu düşürmeleridir. Ancak bu da her hastada görülmez.
Oysa teşhis kolaydır. Kanda kalsiyum ve parathormon bakılması sıklıkla tanıyı koydurur.
Kalsiyumun insan vücudundaki asıl görevi kas kasılmasıdır. Kasların kasılabilmesi için hücrelerin içine kalsiyumun girmesi gerekir. Eğer kalsiyum kanda çok fazlaysa hücre içine fazla miktarda geçiş olur ve kaslar sürekli kasılırlar. Bu da kas ağrılarına neden olur. Diğer yandan böbrek, kanda fazla miktardaki kalsiyumu atmaya çalışır. Bu durum, bir yandan böbreği yorarak hasar görmesine neden olurken, diğer yandan da böbrek içinde kalsiyumun birikerek taş ya da kum oluşmasına zemin hazırlar. Ancak asıl risk kalp için geçerlidir. Unutmamak gerekir ki, kalp bir pompadır ve bu pompa kalp kasının kasılıp gevşemesi ile çalışır. Kalp kasına fazla miktarda kalsiyum girişi tıpkı diğer kaslarda olduğu gibi kalbin daha sık ve kontrolsüz kasılmalar yapmasına neden olur ki bu durum kalp yetmezliğine ve kalpte ritim bozukluğuna neden olur. Bunların her ikisi de hayati risk oluşturan durumlardır.

Kanda kalsiyum yetersiz olduğunda kaslar kasılamaz ve büzüşürler. Bu durum en belirgin şekilde parmak uçlarında ve dudaklarda kendini hissettirir. Vücudun bu bölgelerinde uyuşma, karıncalanmalar olur. Ayrıca vücutta ciddi bir güç kaybı olur. Hastalar bu durumu tipik olarak “kolumu kaldıracak halim yok” şeklinde ifade ederler.
Kanda kalsiyum düşüklüğünün en sık nedeni tiroit ameliyatlarıdır; tiroit ameliyatlarında yanlışlıkla paratiroit bezlerinin çıkartılması ya da zarar görmesi sonucu ortaya çıkar.
Kalsiyum yüksekliğinin tersine kanda kalsiyum düşüklüğü hemen bulgu verir, hiç beklemez.

Ender görülen doğumsal bir hastalıktır. Tüm kalsiyum düşüklüklerinin %1’ini oluşturur. Bu insanlarda genetik bir hastalık sonucu ya paratiroit bezleri yoktur, ya da bu bezlerin almaçları (reseptörleri) etkin çalışmaz. Hastalık sıklıkla kendini ergenlik çağında, tipik kalsiyum düşüklüğü şikayetleri ile belli etmeye başlar ve yıllar geçtikçe şikayetler artar.

Daha önce de açıklandığı gibi, kasların kasılabilmesi için kalsiyumun hücre içine girişine gereksinim vardır. Kanda hücre içine girecek yeterli miktarda kalsiyum yoksa kaslar yeteri kadar kasılamaz. Bu durum elbette, en ciddi etkisini kalp kasında gösterecektir. Kalp kası kasılmak için yeterli kalsiyumu bulamazsa kasılmalar azalır, yavaşlar. Bu durum ani kalp durmasına kadar gidebilecek ciddi bir sorundur.

Her türlü paratiroit ameliyatından sonra (kötü huylu tümör, adenom, hiperplazi) bir miktar kalsiyum düşüklüğü şikayetleri (ellerde, dudaklarda uyuşma, karıncalanma) olur. Bu şikayetlerin düzeyi, ameliyat öncesi dönemde kandaki kalsiyumun yüksekliğine ve bunun süresine bağlı olarak değişir. Ancak sıklıkla tüm şikayetler birkaç gün içinde azalarak kaybolurlar.